Soner AKTAŞ ®™ █║▌│█│║▌║││█║
Hoşgeldiniz.

sizde sitemizin tüm içeriğinden faydalanmak istiyorsan üye olun veya üye iseniz giriş yapınız iyi forumlar .

Soner AKTAŞ ®™ █║▌│█│║▌║││█║
Hoşgeldiniz.

sizde sitemizin tüm içeriğinden faydalanmak istiyorsan üye olun veya üye iseniz giriş yapınız iyi forumlar .

Soner AKTAŞ ®™ █║▌│█│║▌║││█║
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Soner AKTAŞ ®™ █║▌│█│║▌║││█║

Welcome to the site & Siteye Hoşgeldiniz.

 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
Galeri
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty
Kimler hatta?
Toplam 1 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 1 Misafir

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 141 kişi 5/14/2011, 14:38 tarihinde online oldu.
En son konular
» Peki bunlari biliyormuydunuz
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty7/8/2011, 11:46 tarafından Nymphadora.*

» Benden avatarlar .
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty7/8/2011, 11:42 tarafından Nymphadora.*

» TÜM YALANLARA HAYIR!!!!!!
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty7/8/2011, 11:20 tarafından Nymphadora.*

» Dünyalar kadar seviliyosun (:
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty7/8/2011, 11:04 tarafından Nymphadora.*

» Soner aktas`in youtube sitesindeki özel videolari..
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty7/8/2011, 11:03 tarafından Nymphadora.*

» Antalya Manzara Resimleri..
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty7/8/2011, 11:00 tarafından Nymphadora.*

» Ben
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty7/8/2011, 10:51 tarafından Nymphadora.*

» İTAAT EDENLER GİDECEK BİAT EDENLER GELECEK..!
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty12/31/2010, 05:46 tarafından Admin

» Şimdi tanıdınmı beni ?
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty12/17/2010, 08:55 tarafından Admin

Sosyal yer imi
Sosyal yer imi reddit      

Sosyal bookmarking sitesinde SoNeR AkTaŞ adresi saklayın ve paylaşın

Sosyal bookmarking sitesinde Soner AKTAŞ ®™ █║▌│█│║▌║││█║ adresi saklayın ve paylaşın
Anket
Forum

 

  Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 132
Puan : 655
Kayıt tarihi : 03/10/09
Nerden : Antalya & Almanya

Kişi sayfası
Rep Gücü :
     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Left_bar_bleue1000/1000     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty_bar_bleue  (1000/1000)

     Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty
MesajKonu: Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏        Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏ Empty8/12/2010, 14:07

*
Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏


* 30 Ağustos'a Kadar Hiçbir Şeyciğiniz Kalmaz
* Kızgınım...
* Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!
* Halk 'cahil' değil ama 'yalan' çok!
* Zahit Akman’a masumiyet karinesi askere aklan da gel!
* TSK tartışılırken yargıya Amerikan müdahalesi sürüyor!
* Oyun içinde oyun
* Son senaryo: Hepsi gidebilir
* 'Kimse bana kalpazan Kemal demedi'
* Referandum olmayabilir
* Komutan adaylarımı açıklıyorum

30 Ağustos'a Kadar Hiçbir Şeyciğiniz Kalmaz

Posted: 07 Aug 2010 12:22 PM PDT

YAŞ'taki müthiş trafikten" dolayı baş dönmesi, mide bulantısı ve hafif depresyon mu yaşıyorsunuz?

"Türkiye'de neler oluyor" sorusununn cevabına vâkıf olmak için elinizde kumanda o kanal senin, bu kanal benim gezmekten bitap mı düştünüz?

Mehmet Metiner'in "Ne var bunda? Ne güzzel söylemiş, ne doğru söylemiş Sayın Başbakan..." demesinden kusma noktasına mı geldiniz?

Bu adama sırf bu cümleyi 275 kez arka arkaya söyletmek için televizyon kanallarının neden birbiriyle yarıştığını anlamakta müşkülünüz mü var?

12 Eylül şakşakçısı Nazlı Ilıcak'ın estetik ameliyattan erimiş burun kıkırdağından çıkan "Ben çok memnununm gelişmelerden" şeklindeki hırıltılı ses, sizde tıkanmış bir kanalizasyon borusunu dinliyornuş duygusu mu yaratıyor?

Mustafa Karaalioğlu'nun marka değeri her programda biraz daha yükselen ceket ve gömleklerle karşınıza çıkıp, hükümeti "acıcık"eleştirmeye kalkışan diğer katılımcılara gözlerini devire devire ve tehditkâr bakmasına, "dıkdırırım Silivri'ye ha!"edalarına "Siggittbiyaaa!!" diye bağırıp durmanız, konu komşunun akıl sağlığınızdan şüphe etmeye başlamasına mı yol açtı?

Türlü türlü yalama biçimleri, türlü türlü gerdan ve bel kıvırmalar, türlü türlü yalan, dolan, iftira, çarpıtma konusunda maharet kazanmış ve bunun karşılığında banka hesapları kabarmış bu zevatın karşısına çıkara çıkara "kuzguni siyaha" boyanmış saç ve kaşlarıyla Osman Pamukoğlu'nun çıkarılmasına, Paşa'nın da kendisiyle dalga geçildiğini bile anlamadan tek düze bir sesle "Partimiz 2011'de iktidara geldiğinde bu sorunların hepsi düzelecek" deyip durmasına bünyeniz mide kramplarıyla mı karşılık veriyor?

Velhâsıl, Deniz Kuvvetleri almanağı için çektirilmiş vesikalık fotoğraf gibi sürekli gülümseyen Attila Kıyat'tan, suratındaki karanlık ifadeyi son günlerde takmaya başladığı kara gözlükle taçlandıran Ümit Fırat'tan, yüzündeki "meşin" görünümlü "DGM savcısı" ifadesine bakmadan "demokrasi" ahkâmları kesen Mete Göktürk'ten, Susam Sokağı'nın Kürt versiyonunda Büdü'yü canlandırdığı düşünülen Altan Tan'dan, saçlarını yağladıkça yağlayan Yiğit Bulut'tan...

Televizyonlarda konuşmanın şehvetine giderek kendini kaptırdığı için olacak geniş yüzü her gün biraz daha parlayan ve coştukça coşan Can Ataklı'dan, hayran olduğu kahkahasını her fırsatta atmaktan zevk duyduğu anlaşılan ve Taraf yazarıyla polemik yapıyormuş gibi yaparak bu rezil tiyatroda yıldızı her geçen gün parlayan Ümit Zileli'den...

Rasim Ozan Kütahyalı'nın cırlak ve kadınsı sesinden, Mehmet Altan'ın içinde tehlikeli virüslerin yaşadığını düşündüren sakallarından, Yusuf Kaplan'ın önden tamamen dökülmüş ve çürümüş olan dişlerine bakıp bakıp "Yav bu adamcağıza maaş vermiyorlar mı, niye protez yaptırmıyor ki" diye düşünüp üzülmekten...

Ne idüğü belirsiz altı kaval üstü şişhane tiplerin; on parmağına gümüş yüzük takmış, bol rimelli aynı zamanda türbanlı bir takım kadınların "yazar", "aktivist", "araştırmacı","vicdani retçi" vs. adı altında ekranlarda saatlerce konuşturulmasından...

Bıktınız mıi yıldınız mı, sıtkınız mı sıyrıldı?

Bu Jurassic Park'tan artık kaçıp kurtulmak mı istiyorsunuz?

YAŞ'ta neler olduğunu anlayamıyor musunuz?

"Sivil iradenin darbecilerle karşı aslanlar gibi mücadele ettiğini" veya "******çü generallerin TSK'yı şekillendirmeye çalışan güçlere direndiğini" filan mı zannediyorsunuz?

Hatırlayın, daha önce de defalarca böyle zannetmiş ve her seferinde yanılmıştınız.

Dolmabahçe'nin duvarları arasında "Ben burada üstümde Mustafa Kemal'in ünformasıyla bulunuyorum" dediği rivayet edilen Paşa'nın Audi'sine kurulup gitmesini ve bir kokteylde Ergenekon savcılarına yaranmaya çalışmasını gözleriniz yaşararak izlemiştiniz...

Yine "Türk Ordusu'na karşı asimetrik psikolojik savaş var ve bazı medya organları bu savaşın içinde" diyen bir başka Komutan'ın daha sonra medyanın bütün döküntü, lümpen tiplerini yanına alarak güneydoğu gezisine çıkmasına tanık olmuştunuz.

Bu "döküntüler" arasında Taraf gazetesinin cırlak yazarı da vardı ve Paşa'nın kendisine "ayrı bir ilgi gösterdiği" yazılmıştı...

"Türk Ordusu üzerinde asimetrik psikolojik savaş var" diyen Paşa, "bu savaşın tetikçileri" ilan ettiği gazetelere Genelkurmay'ın kapılarını açıp, zengin bir kahvaltı eşliğinde "Bana paşam demeyiniz, İlker Bey diyiniz" ricasında da bulunmuştu...

Şimdi Attila Işık'ın istifasıyla (ki kesinlikle onurlu bir davranıştır, Türk Milleti kendisine minnettardır) tekrar umutlandınız değil mi?

Hadi hadi, inkâr etmeye kalkmayın, umutlandınz...

Bunun "bireysel bir hareket olmadığına", TSK'nın stratejisini yansıttığına ve bir şeylerin değişmeye başlayacağına inanmak istiyorsunuz...

Yediğiniz kazıkların yerleri sızlıyor ama siz yine de "umutsuz yaşanmaz" diyorsunuz...

Bekleyin...

30 Ağustos'a kadar hiçbir şeyciğiniz kalmaz. 30 Ağustos geldiğinde "Yahu o makamlarda boşluk mu olur!" dediğiniz yerlere gerekli atamalar yapılmış olacak ve Anadolu Ajansı tarafından akşam saatlerinde geçilen bu haber gazetelerin fazla da ilgisini çekmeyecektir.

Sizler ve bizler o arada başka gündem maddeleri yüzünden kendimizi ve birbirimizi kemiriyor olacağız...

Mehmet Metiner, yine ekranlardan "Ne var bunda? Ne güzzel söylemiş, nedoğru söylemiş Sayın Başbakan" diyor olacak...

"Sahi n'oldu şu Kara Kuvvetleri işi? Bak o bile unutuldu ha! Bu toplumda balık hafızası var kardeşim" şeklinde geyik yapıyor olacağız.

Fatma Sibel Yüksek

Açık İstihbarat


Kızgınım...

Posted: 07 Aug 2010 12:18 PM PDT

Her şey bir yana...
Onlar, benim en yüce, en değerli duygumu elimden aldılar...
(.....)
Daha ilkokulun üçüncü sınıfında, Emine nenem bana ilk duaları öğretmişti, bir çift mavi çorap almıştı tamı tamına okuduğumda...
Ayağımda mavi çoraplar, Osman amcam elimden tutmuş, Bozova'da cuma namazına götürmüştü beni... ?
Sonra...
Sonra küçük aklım erdikçe ve din adı altında sahtekârın yaptıklarını gördükçe, o ilk duygularımı özlemeye başladım...
Yüreğimdeki huzur beni terk etmişti...
Tertemiz bir ibadethanede, bilge yüzlü, dünyanın kirinden uzak, aklı-bilimi-ilmi-medeniyeti reddetmeyen... Bana sevgiyi-şefkati-barışı-merhameti ve iyi insan olmayı anlatan bir din adamının yanına koşmayı çok isterdim...
Ama olmadı...
Din örtüsünün altına gizlenenleri gördüm...
Çıkarların, sahtekârlıkların, yalanın, dolanın, siyasetin kirli insanları benden önce kapmışlardı oraları...
Ve ben dışarıda kaldım...
Onlarla birlikte olmamak için... Onlarla hiçbir şeyi paylaşmamak için... Öyle uzakta tek başıma...
Belki bu yazıyı okuyunca çoğunuz "Beni anlatıyor" diyeceksiniz...
Çünkü o sadece ben değilim...
En çok bunun için kızıyorum; inanç gibi insanın en masum duygusunu, siyasete, ticarete, kirli-pis çıkarlarına alet edenlere...
Bu sahtekâra en çok kızmam bundan...
Duygularımı çaldılar...
Sığınacak yerimi aldılar benden...
Bir gece karanlığında, hiç kimse yokken ayakta... Gözlerimi kapatıp da koşup gidebileceğim tek yeri aldılar elimden...
En çok bu yüzden...
Kızgınım...

Bekir COŞKUN

Habertürk


Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!

Posted: 07 Aug 2010 12:15 PM PDT

Bu yazıyı bağıra bağıra okuyun...
Bunu yapamayacak durumdaysanız...
Yani; korkuyor, tırsıyor, çekiniyorsanız...
Ya da öfkeniz benimki kadar yoğun değilse...
Kabullenmişseniz, alışmışsanız, yılmışsanız...
Zahmet edip hiç okumayın!
Çünkü; bu yazı, bir “yeter artık” yazısıdır!
Çünkü; ben bu yazıyı bağıra bağıra yazıyorum!

***

Bütün televizyonlarda, gazetelerde aynı haber:
“Komutanlara balyoz indi!”
Neymiş; tam atamalar yapılacakmış da...
Falan olmuş, filan olmuş...
Sonuçta da Türk Ordusu, kuruluşundan bu yana en büyük “yara”sını almış!

***

Laf bunların hepsi, laf!
Komutanların hepsinin keyfi yerinde...
Tabii; kavga ediyor göründükleri siyasetçilerin de!
En azından Allah’a şükür ki; hayatları tehlikede değil...
Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında!
Haklarında tutuklama kararı çıkınca, tansiyonları biraz yükseliyor o kadar!
Aralarından birkaçı da beklediği koltuğa oturamıyor!

***

Ama...
Onların “mecazi savaşlarda, mecazi yaralar” aldığı saatlerde, terör örgütü boş durmuyor...
Ankara’daki “mecazi yara”yı anında, Diyarbakır’daki “hakiki ölüm”e çeviriyor...
Van’da, Diyarbakır’da, Hakkari’de, Şırnak’ta, Tunceli’de, Siirt’te bıkmadan, usanmadan vuruyor...

***

Bağırarak okuyun bu yazıyı!
Ama korkuyor, tırsıyor, çekiniyorsanız...
Ya da kabullenmişseniz, alışmışsanız, yılmışsanız...
Zahmet edip hiç okumayın!
Çünkü; keyfiniz kaçar, dünyayı görmezden gelerek yarattığınız huzurunuz yok olur!

***

Siyasetçilerin, bazı yargı mensuplarını da yanlarına alarak, “mecazi namluları”nı komutanlara yönelttikleri saatlerde...
Terör örgütü, “gerçek namluları”nı Mehmetçik’in görev yaptığı karakollara çevirip, tetiğe asılıyor...
Komutanlar “mecazi yaralar” alırken, Mehmetçik en gerçeğinden “şehit” düşüyor!
Bağıra, bağıra...
Haykıra, haykıra,...
Ve bir kelimeişehadet bile getiremeden belki...

***

Ve siz, biz, onlar... Yani hepimiz...
Bu gerçek ölümleri ve kalleş cinayetleri görmezden gelip, günlerdir Ankara’daki “mecazi savaşta, mecazi namluların açtığı, mecazi yaralara” takılıp kalıyoruz...
Omuzları bol yıldızlı ve altın sırmalı paşalar; toza toprağa, kana bulanmış Mehmetçik’ten daha cazip geliyor çünkü!
Çünkü Ankara’daki savaş, “önemli adamlar”ın savaşı...
Onların hapşırmaları bile haber!
Birbirlerine kötü kötü bakmaları büyük olay!
Hele hele şimdiki gibi inatlaşmaları, derin kriz!
Bunların yanında; Van’dan, Diyarbakır’dan, Hakkari’den, Şırnak’tan, Siirt’ten gelen “son çığlık”ların lafı mı olur?
Ölmenin, parçalanmanın, sevdiklerini bir kez daha göremeden çekip gitmenin ya da...
O savaş, Mehmetçiğin savaşı çünkü...
Yani, yoksul...
Yani, sahipsiz...
Yani, omuzları yıldızsız...
Yani, “dokunulabilir”, sıradan, yalnız halkın oğullarının savaşı!

***

İşte bu yüzdendir ki dün bütün gazetelerin birinci sayfaları silme Ankara’daki “mecazi savaş”a ilişkin haberlerle doluyken...
Van’daki, Diyarbakır’daki, Hakkari’deki, Şırnak’taki, Siirt’teki gerçek savaş...
Ve o savaştaki gerçek şehitler...
Birçok gazeteye...
Tek sütun...
Haber olarak girmeyi bile başaramadı...

***

İster otobüste olun, ister vapurda ya da metrobüste...
Ya da Taksim’de, Ulus’ta, Konak’ta, Kadıköy’de...
Bodrum veya Çeşme’de, şezlongta mesela...
Bu yazıyı bağıra bağıra okuyun!
Bağırın ki kafanıza girsin, bağırın ki kendinizden utanın, bağırın ki asırlık uykunuz bitsin artık!
Ama bunu yapamayacak durumdaysanız...
Yani; umurunuzda bile değilse tüm bu olup bitenler, bu tragedya...
O zaman zahmet edip hiç okumayın!
Dalın sanal dünyanıza ve keyfinize bakın...
Sevişmelerin, soygunların, ihanetlerin, aşkların bile “mecazi” olarak yaşandığı “sanal bir dünya”nın sakinlerisiniz çünkü...
İşte; o yüzdendir ki Ankara’daki “mecazi yaralar”, Güneydoğu’daki onlarca ölümden değerli oluyor!

***

Ve ben... Bu sanal dünyanın tam ortasına...
Tükürmek istiyorum!

*****

GÜNÜN SORUSU
Bu bölümde yaklaşık altı yıldır her gün soru soruyorum... Sorum kendime:
Sordum da ne oldu yani?

Mustafa MUTLU

Vatan


Halk 'cahil' değil ama 'yalan' çok!

Posted: 07 Aug 2010 12:11 PM PDT

Çıkarlar söz konusu olunca ne dostluk kalırmış, ne meslektaşlık saygısı ne de gazeteciliğin her muhatap için gerektirdiği saygı üslubundan bir zerrecik meğer.
Hepsini bu düşmanca kutuplaşma döneminde açık seçik gördük. En yakın meslektaş arkadaşlarımızın bile iktidara yanaşma söz konusu olduğunda yılların dostluğunu bir kalemde silip “merhaba” bile diyemeyecek noktaya geldiklerini izledik.
Aynı gazetede yıllarca birlikte çalışıp sohbet ettiğimiz insanların bir yandan demokrasiden, özgür basından, insan haklarından dem vururken öte yanda kendi görüşlerini yazan meslektaşlarına ağır hakaretlerle saldırdığını, özgürce yazma hakkını baskılarla kısıtlamaya çalıştığını gördük, hâlâ görmekteyiz.
Ama arkasına iktidar gücünü aldığı için kendini tek ses zannedenlerin baskısını yutacak, “aman sınırları yoktur, susalım’ diyecek değiliz elbette.
Referandumda ve seçimde, sandıklarda ya da bilgisayarla toplama sisteminde hile yapılmasının önlenmesi, referandumdan haftalar önce sınır kapılarında başlatılan oy verme işlemlerinin denetlenmesi ile ilgili yazılarım birilerini fena rahatsız etmiş.
Muhalefet partileri derin uykularından uyanamadılar ama hiç uyumayanlar dikkatle izliyor. “Big brother watches you” durumu yani... Olsun, “az okunan maz okunan”, gayet iyi okunuyor yine de (!) demek ki... Zaten gittiğimiz her yerde milletin gösterdiği büyük ilgi ve sevgi de ne kadar okunduğumuzu anlatıyor zahmete gerek yok.
Bir de Anayasa değişikliği adı altında yapılan “ele geçirme operasyonu”na karşı çıkan herkese olduğu gibi bana da CHP’liymişim gibi etiket yapıştırmaları yok mu çok eğlenceli Smile Nasıl koyu bir DP kökeninden geldiğimi ve kökenime sıkı sıkıya bağlı olduğumu, babamın 25 yıllık parlamenterliğinin bir kısmını DP’de, geri kalanını AP’de geçirdiğini, Yassıada’ya gönderilen bir DP’li olduğunu (orada çektiklerini de kendisiyle birlikte mağduriyetler yaşayan ailesine yıllar boyu anlattığını), 27 Mayıs’tan başlayarak üç darbenin de birebir mağduru olup halkın seçimiyle ve rakip tanımadan geldiği mevkiden indirildiğini, bunca yıllık başarılı siyasi hayatının 12 Eylül darbesi ile bittiğini ya bilmiyorlar ya da (defalarca yazıp ekranda da söylediğim halde) bilmez görünmek işlerine geliyor.
REFERANDUM SEÇİM DEĞİL
Kısacası bu palavralar bana sökmez efendim. Kimse benden daha fazla darbe-muhtıra karşıtı olamayacağı gibi, kimse CHP’li olduğumu iddia edecek bir komedi de hazırlayamaz.
Ama elbette, “Cumhuriyet rejimini koruyacak tüm yasa ve kurumları kendine ve kendi plânlarına uydurmaya çalışan” hükümetler durumunda (ki siyasallaşmamış kurum kalmamıştır, sonuncuların operasyonu da tamamlanmak üzeredir), yanlış gidişi engelleyebilecek büyük partilerden birine oy vermem gerekiyorsa ülkemin geleceği için bunu yaparım.
Çok saygı duyduğum Süleyman Demirel geçmişte bir gün “Babanın kemikleri sızlar” demiş olsa da yapmak zorunda hissederim ve ‘rahmetli babam hayatta olsa bana hak verirdi’ diye düşünürüm.
Kemal Kılıçdaroğlu gibi her bakımdan güvenilir bir lider varsa başında, CHP’ye de oy verebilirim.
Ama bu referandum, seçim değil. CHP’nin sonuçta direkt ilgisi sadece “yargı bağımsızlığının, hukuk devletinin ortadan kalkacak olmasına engel olma çabasıdır ki bu ancak takdir edilebilir. Ülkenin en saygın hukukçuları da aynı tepkiyi gösteriyor, hepsi CHP’li de ondan mı yani? Güldürmesinler insanı...
NİYET KÖTÜ OLUNCA!
İçine “halk cahil de kime oy vereceğini bilmiyor, öğretmeye kalkıyorlar” benzeri cümleleri ekleyerek el birliğiyle halkta tepki yaratmaya çalışıyorlar.
Oysa halk cahil değil ama ortada o kadar çok yalan, kurumlara “ele geçmiş yargı” ile yapılan o kadar büyük bir baskı ve yıpratma var ki (Anayasa Mahkemesi bile içten/dıştan ağır baskıyla felç edildi) aydınlatılması, yalanlardan korunması gerekiyor.
Sandıkların ve bilgisayarla toplama sisteminin denetlenmesi ortaya bir çıkarılıp bir kaybedilen milyonlarca çakma seçmen hilelerinin önlenmesi gerekiyor. (Bkz. yandaki haberde yapılanlar!)
Boşuna yorulmasınlar abiler, bunları yazıp duracağız. Ama önlemeye yetecek mi, açıkçası emin değilim! Yetmediği görülürse (ki “nokta” bu referandumla konacak) bu “demokrasiye medya özgürlüğüne pek saygılı” arkadaşlar referandumdan sonra daha da yoğun hakaretlerle ortaya çıkacaklardır. Şimdiden tebrikler, bravo onlara, gazetecilik dediğin (!) budur işte!

*****

Heron baskını ve sorular!
6 askerin şehit edildiği Çukurca-Hantepe’deki PKK saldırısıyla ilgili önemli gelişmeler var. İnsansız hava aracı Heronları takip merkezinin saldırıdan 15 dakika önce Hantepe’deki görüntülerin karargahtaki komutanlar tarafından canlı olarak izlendiği iddiaları yazıldı, çizildi. Tam Genelkurmay’dan “tatmin edici bir açıklama” beklenirken Askerî Savcılığın “Heronlardan gelen görüntüleri takip eden askerî personelin evlerine baskınlar düzenlediği, eş ve çocuklarını bile çapraz sorguya aldığı” haberi geldi.
Bu iddia gerçekten önemlidir ve benzer ihmal ve hatalar daha önce başka saldırılarda da gündeme gelmiştir. Bu nedenle Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un günlerce süren iddialara çok daha önceden açıklık getirmesi, en azından “soruşturma başlatıldığını, ihmali görülen personelin mutlaka cezalandırılacağını” halka anlatması gerekiyordu.
Çünkü eğer bu iddia doğruysa, önemli olan “görüntüleri kimin sızdırdığı” değil “bu büyük ihmali kimlerin ve neden yaptığı” sorusudur.
İlker Başbuğ’un hiç zaman kaybetmeden bir açıklama yapması şarttır.
Öte yanda... Son günlerde bu gelişmelerdeki zamanlamalar, dakikası dakikasına ucuca eklemeler size de enteresan gelmiyor mu?

Ruhat MENGİ

Vatan


Zahit Akman’a masumiyet karinesi askere aklan da gel!

Posted: 07 Aug 2010 12:09 PM PDT

Çok değil bir buçuk yıl öncesine gidelim ve Başbakan Erdoğan’ın Almanya’daki Deniz Feneri yargılamaları esnasında konuyu haber yapan Doğan Grubu Medyasını televizyon kameralarının önünde nasıl bombaladığını hatırlayalım:
- “Yaptığınız haysiyet cellatlığı ve yargısız infazdır. Yargılama henüz bitmedi, nasıl hedef gösterirsin onları!”
Evet Recep Tayyip, Deniz Feneri hırsızlarını bu ve benzer ifadelerle sahiplenmişti!
Hırsız diyorum, çünkü Alman Yargısı sanıklar tarafından yapılan itiraflarla hükmünü verdi ve Erdoğan’ın savunmaya çalıştığı isimlerin suçluluğunu tescilledi.
Gelelim şimdi zekat paraları ile kendilerine gemi alan bu isimleri masumiyet karinesi adına sahiplenen Başbakan’ın TSK’ya takındığı tavra?
Tayyip Erdoğan, Hasan Iğsız’ın Kara Kuvvetleri Komutanı olmasına ve Balyoz’da adı geçen Generallerin terfisine niçin set oldu?
Bu isimlerin apar topar yargı cenderesine sokulması ya da olmasından değil mi?
İyi ama Deniz Feneri sanıkları için “Dava henüz sonuçlanmadı, yargısız infaz yapmayın” diye yakın geçmişte partisinin kongrelerinde kendini yırtan Başbakan, bugün son tutumuyla aynı şeyi kendisi yapmıyor mu?
Söyleyin, Başbakan’ın bu hali çifte standardının tescili değil midir?
Bir başka şey, askere “Aklan da gel ve terfiye gir” diyen Recep Tayyip, aynı şeyi Zahit Akman’a neden söylemedi?
O Zahit Akman ki hakkında değil soruşturmaların olması, açılan davalar bile var ve Almanya’ya girdiği an tutuklanacak!
Bülent Arınç gibi yeminli biadçı biri bile Zahit Akman’a şaibeli imasında bulunup çekilmesi gerekiyor demedi mi?
Hal öyle iken Tayyip Erdoğan bu adama Başbakanlık yetkilerini kullanıp kol kanat germedi mi?
Evet zerre vicdanı olan AKP’liler cevap versin, Zahit gibi birine, “Aklan da gel” demeyen ve onu güya masumiyet karinesinden hareketle sahiplenen Recep Tayyip’in YAŞ’da Generallere takındığı son “Aklan da gel, terfini al!” tavrı milleti kandırma adına sahneye konan tiyatro değil de nedir söyler misiniz?
Uyanın, uyanın Recep Tayyip kendi beyanı ile demokrasi tramvayına binip hedefine adım adım ilerliyor!
Demokrasi onun için amaç değil araç, kendi ifadesi bu!
Bugün çıkardığı YAŞ krizi ile de referandum öncesinde aklınca askere karşı dik duran adam rolünü oynuyor .
8 gün öncesi, yani YAŞ’dan iki gün önce, bütün bunların olacağını tahmin edip yazmıştık; çünkü Recep Tayyip’i biz 20 yıldır tanırız. Bu şahsın havası, oksijeni, gıdası istismar ve çarpıtmadır!
TABLO...
MİT, TSK’ya savaş mı açtı?
Yandaştan al haberi... Meğer Heron hikayesinin kaynağı MİT imiş. Mehmet Altan dün öyle yazıyor. Meğer MİT, TSK’yı dinliyormuş da, o çirkin iddialar öyle ortaya çıkmışmış!.. Haber eğer doğru ise bu tablo Türkiye’de ilan edilmemiş bir iç savaşın en azından kurumlar arasında başlayıp devam ettiğini gösteriyor. Dahası MİT gibi hayati bir kurumun Emniyet Müdürlüğü misali AKP’ye payanda olduğunu ortaya koyuyor. Dün bu satırların yazıldığı saate kadar MİT’den bu haberi yalanlayacak ne bir mesaj ne bir açıklama geldi! Belli ki MİT, bu yeni konumunu benimsemiş durumda!.. Tabloya bakar mısınız; MİT, PKK ve bölücüleri izleyeceğine TSK’yı takip ediyor...
MİT’in bu yeni durumu, diktatörlerini korumayı her şeyin önünde tutan Baasçı Muhaberat konumudur!
YOKLAMA VAR...
Yazdığımızın belgesi ortaya çıktı!
Açın bakın internetteki yazı arşivime, çok değil birkaç gün önce AKP’nin referandum mitinglerinde amirler tarafından memur yoklamalarının yapıldığını yazmıştık ki biz o haberi Tayyip Bey’in Balıkesir mitinginin hemen sonrasında oraya müdürü tarafından kovulma tehdidi ile zorla götürülen bir memurun ihbarı ile kaleme almıştık... Yazdıklarımız, dün Milliyet’in birinci sayfasında yayınlanan belgeli haberle teyit gördü. Milliyet, Söke Milli Eğitim Müdürü Mustafa Buğdayeken’in emrindeki kadroya AKP mitingine katılacak olanların izinli sayılacağına dair mesajını belgesiyle yayınladı... Buradan da anlaşılacağı gibi sakın AKP mitinglerine bakıp aman ne kalabalık demeyin, onların bir bölümü zorla getirilen memur, bir bölümü iş vaadiyle özel araç ve kumanyalarla köyden indirilen ahali ve yüzlercesi de sivil polis!
Suflör
Haber kanallarında yandaş işgali!
Hangi haber kanalını açsanız, yandaşlar güruhu demokrasi ambalajı ile Türk Silahlı Kuvvetlerini bombalıyor... Bunların içinde öyleleri var ki dahî ve allame gibi sunuluyor. Mesela Sedat Laçiner diye biri, ekranda olan stajyerler tarafından aynen öyle kabul görüyor.. Halbuki bu kişi aydın değil, biadçı tayfadan.. Kendi görüşü, iradesi yok, kendini piyasaya sürenlerin suflörü. USAK denen yapı kimindir ve ne için kuruldu bilinmez mi?.. Mümtaz’er Türköne denen kişiyi çok yazdık, faili meçhullerin manevi sorumlusu olduğu ileri sürülen bu adam da hapse girmemek için TSK’ya düşmanlık yapıp aklınca takas yapmak istiyor. Ve ne acıdır ki bu ve benzeri isimler istisnasız her gün hükümetin korkusu ile merkez medyanın haber kanallarında boy gösteriyor!

Sabahattin ÖNKİBAR

Yeniçağ


TSK tartışılırken yargıya Amerikan müdahalesi sürüyor!

Posted: 07 Aug 2010 12:06 PM PDT

Yüksek Askeri Şura toplantıları öncesinde Balyoz soruşturmasından 102 subay hakkında yakalama kararı verilmesi ve toplantının ikinci gününde, Kara Kuvvetleri Komutanı olması beklenen Hasan Iğsız’ın ifade vermeye davet edilmesi, “Yargıya müdahale” tartışmalarını başlattı.
CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç başta olmak üzere,
AKP’li yöneticilerin yargıya etkileyecek açıklamalarda bulunduğunu belirterek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, “Bütün bu açıklamalar yargıya müdahale anlamına gelmez mi?” diye sordu. Soru önergesine Başbakan yerine cevap veren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yargıya müdahalenin olmadığını söyledi.
Derken ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2009 yılı terör raporunda, “Ümraniye davasına bakan mahkeme, Ergenekon ve üyesi oldukları iddia edilen kişilerin terörle mücadele yasaları altında mı yargılanması gerektiği, yoksa Ergenekon’un, organize bir suç şebekesi olarak sınıflandırılarak, organize suçlara dair yasalar altında yargılanmasının daha mı iyi olduğu konusunda bir ara karar yayımlayabilir” denildi.
Yani ABD Dışişleri Bakanlığı da Türk yargısına doğrudan müdahale etti.
* * *
Birinci Ümraniye davası tutuklu sanıklarından Kemal Kerinçsiz’in avukatı Tolga Akalın, raporu eleştirdi. Akalın, “ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu raporu eğer bir istihbarati bilginin paylaşımıysa, bu Ümraniye davaları açısından çok vahimdir” dedi.
Akalın, “Bu raporu yazanlar Türk Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun ara kararlara ilişkin bölümünden ve sistematiğinden bihaberdir. Şöyle ki; savcılık iddianamede sanıklar hakkında Terörle Mücadele Yasası kapsamında sevk maddeleri düzenlemiştir. Mahkemenin bir ara kararla ‘bu sevk maddelerinin dışında başka maddelerden yargılamaya devam ediyorum’ demesi mümkün değildir” diye bilgi verdi.
“Yargıya müdahale var mı yok mu?” sorusu tartışılırken Amerikan Wall Street Journal gazetesi de Türk Ordusu’nun güç kaybettiğini yazdı.
Meseleyi Hüsamettin Cindoruk özetledi. Cindoruk, Eko-Enerji Dergisi’nden Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır’ın gündeme ilişkin sorularını cevaplandırdı ve hem Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na, hem Anayasa Mahkemesi’ne tayin edilecek yargıçların bugünden belli olduğunu iddia ederek, hükümetin kimleri nereye tayin edecekleri yolunda bir hazırlığı olduğunu, Anayasa değişikliğinde yer alan üye sayılarının da ona göre tespit edildiğini ileri sürdü.
* * *
Bilindiği gibi bizim yazılarımız üzerine, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Meclis’te CHP Zonguldak milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün soru önergesine verdiği cevapta,
“Ülkemiz ile ABD makamları arasında terör örgütü PKK/KONGRA-GEL’in Avrupa’daki faaliyetlerinin sona erdirilmesi amacıyla ABD’nin Ankara Büyükelçiliği yetkilileriyle yapılan ortak planlama ile Avrupalı savcıların terörle mücadele konusunda Türk meslektaşlarıyla bir araya gelerek gelecekte yapılabilecek iş birliği konularında fikir ve bilgi paylaşımında bulunmalarını teminen 25-26 Ocak 2007 tarihlerinde İstanbul’da ortak bir çalıştay düzenlenmiştir.
Söz konusu çalıştaya, Ceza Muhakemesi Yasa’mızın 250’nci maddesi uyarınca yetkili cumhuriyet başsavcı vekillerinin yanı sıra Almanya, İngiltere, Belçika ve Hollanda’dan 2’şer savcı katılmıştır. Ayrıca, Bakanlığımız tarafından düzenlenen bu çalıştaya Bakanlığımızdan 4 görevli ile Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı temsilcileri de katılmıştır” demişti.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’deki soruşturmaları kendi soruşturmalarıyla mı karıştırıyor acaba?

Arslan BULUT

Yeniçağ


Oyun içinde oyun

Posted: 07 Aug 2010 12:00 PM PDT

Acaba diyorum iktidar bu YAŞ krizini referandum gündemini değiştirmek için kasten mi yarattı?
“Evet” propagandası yapanlar için zamanın uzaması avantaj değildir.
Propaganda süresi uzadıkça Anayasa düzenlemelerine eklenen “şekerlemeler” dökülecek, yargıyı zaptetme gizli amacı açığa çıkacaktır çünkü.
Bağımsızlığını kaybedip iktidar sultasına girmiş bir yargının doğuracağı insan hakları felâketlerinin fragmanını epeydir yaşıyoruz. Propaganda dönemi doğru kullanılsa muhalefet sözcüleri halkın dikkatini bu gerçeğe çekeceklerdir.
Ama ne mümkün; YAŞ bahanesiyle yaratılan kavga gürültü sayesinde işte en az iki hafta boyu kamuoyunun dikkati referandumdan uzaklaştırılmıştır.
“Cambaza bak“ oyunu daha ne kadar sürecek; onu da Allah bilir!
Yaşanan kriz iktidarın basiretsizliği ile açıklanamaz. Ortada planlı bir oyun var.
İktidar için asıl mesele Orgeneral Iğsız’ın Kara Kuvvetleri Komutanı olmamasıdır, değil mi?
Başbakan’ın itirazı, AKP’ye yönelik kara propagandanın internet sitelerinde örgütlenmesinden Orgeneral Iğsız’ın sorumlu tutulmasına dayanıyor.
Hamaset ve demagoji...
Eğer YAŞ toplanmadan önce Başbakan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Orgeneral Iğsız’ın önerilmesi durumunda onay vermeyeceğini Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a açıkça söylemiş olsaydı bu tatsızlıkların, gerilimlerin hiçbiri yaşanmazdı.
Başbakan Erdoğan Orgeneral Iğsız hakkındaki suçlamayı herhalde YAŞ’ta onun Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na önerileceği gün işitmedi.
İktidarın elinin değdiği yerde mi kriz çıkıyor, yoksa iktidar krizlerin kendisi için besleyici olduğunu mu düşünüyor?
Eğer vicdanınızın ve aklınızın onayladığı bir görüş veya talebi savunuyorsanız halkın huzuruna çıkar anlatır, ikna etmeye çalışırsınız. Ama bu şansa sahip değilseniz o zaman hamaset ve demagoji yaparsınız.
Mesela irticai faaliyet suçlaması ile haklarında ihraç kararı verilen subaylar için muhalefet şerhi koyarsınız; kendi dokunulmazlık dosyanızda milletvekili seçilme yeterliliğini bile ortadan kaldıran suçlamalar vardır, buna rağmen “yargılanayım, temize çıkayım“ demeyip ülkeyi yönetmeye devam edersiniz..
Fakat imzasız bir ihbar mektubuna sarılarak bir orgenerali, silâh arkadaşlarının lâyık gördükleri komutanlıktan mahrum etmeyi içinize sindirebilirsiniz.
Halk yer mi dersiniz?
Bu çarpıklıkları, bu çelişkileri saklamak, bastırmak sonsuza kadar mümkün olamaz.
Referandum propagandası için çıktığı meydanlarda Başbakan halktan EVET oyu isterken yargıyı ne hale getireceklerini hiç anlatmıyor.
Onun yerine ne yapıyor?
Otuz yıl önceki darbeyi kötüleyerek heyecan uyandırmaya çalışıyor.
12 Eylül darbesinin kesmeyeceğini düşünmüş olmalı ki elli yıl evveline gidip 27 Mayıs’ı da demagoji sermayesine eklemek zorunda kalıyor.
Son zamanlarda siyaset diline egemen olan kahve ağzı ile sorarsak...
Halk bunu yer mi?
Son krizin belki şu yararı olacak: Askeri darbe tehlikesi Türkiye’nin gündeminde artık hiçbir zaman yer almayacaktır.
Ama sivil darbe tehdidi mevcuttur ve 12 Eylül, demokratik hukuk devleti için kader günü olacaktır!

Güngör MENGİ

Vatan


Son senaryo: Hepsi gidebilir

Posted: 07 Aug 2010 11:56 AM PDT
33 yıl önceki senaryo tekrar yaşanabilir

YAŞ’ın üzerinden 48 saat geçmesine karşın, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanılığı’na atama yapılmamış olması, 33 yıl öncesindeki senaryonun tekrar yaşanabileceği olasılığını gündeme getirdi

ÜKSEK Askeri Şûra’nın sona ermesinin üzerinden iki gün geçmesine karşın, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanılığı’na atama yapılmamasıyla ilgili kriz çözülemedi. Hükümet çevrelerinde, bir uzlaşı olmaması halinde Genelkurmay Başkanlığı’na ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atama yapılamayacağı ve tüm komuta kademesinin emekli olabileceğine vurgu yapıldı. 33 yıl önce de Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün direnişi sonucu istediği kişiyi Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getiremeyince atamaları 30 Ağustos’a kadar yapmayıp hepsinin emekli olmasını sağlamış ve Kenan Evren’e Genelkurmay Başkanlığı yolunu açmıştı.
EMEKLİ EDİLEBİLİRLER
Atama krizi, 30 Ağustos’a kadar devam ederse, Org. İlker Başbuğ ile Org. Işık Koşaner, emekliliğini isteyen Org. Atila Işık ve Org. Hasan Iğsız’ın ataması yapılmaması halinde “kadrosuzluktan” emekli olmaları gerekiyor. Yasal olarak genelkurmay başkanı, kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanları arasından seçiliyor. Teamüllere aykırı da olsa, Başbakan Erdoğan, deniz ya da hava kuvvetleri komutanlarından birini tercih edebilir.
‘ATAMA TRAFİĞİ’, HIZ KESMEDİ
Atama kararnamelerinde ortaya çıkan bu krizi çözmek için devletin zirvesinde yürütülen trafik dün de büyük bir hızla devam etti. Başbakan, dün Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile bir kez daha buluştu. Aynı saatlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, kuvvet komutanları ve Ankara’da görev yapan orgeneraller Genelkurmay Karargâhı’nda toplandı. Bakan Gönül de Erdoğan ile görüşmesinin ardından komutanların toplantısına katıldı.

BALYOZ'DA MAHKEMENİNKARARI ÇÖZÜM GETİRİR Mİ?
Bu arada siyaset kulislerinde konuşulan bir başka gelişme de, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Balyoz davası kapsamında 101 subay hakkında çıkartılan yakalama kararının kaldırılması oldu. Bazı yorumculara göre bu karar atama krizinin çözümüne katkıda bulunabilir.

Milliyet'ten Fikret Bila bu konuda şöyle yazıyor: "İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi dün akşam saatlerinde yakalama kararlarına yapılan itirazı kabul etti. Org. Başbuğ'un çok önemsediği bu kararın, Genelkurmay'ı görece rahatlattığı söylenebilir. Yakalama kararının kaldırılması, hükümetle Genelkurmay arasından yaşanan Kara Kuvvetleri'ne atama sorununu yumuşatabilir. Bir çözüm yolu açabilir. En azından gittikçe derinleşen, ağır bir devlet krizine dönüşmesini önleyebilir."


'Kimse bana kalpazan Kemal demedi'

Posted: 07 Aug 2010 11:49 AM PDT

Başbakan Erdoğan’ın bugün kendisine "Memur Kemal Efendi" diye seslendiğini ifade eden Kılıçdaroğlu, 'Ben memur Kemalim ama kimse bana kalpazan Kemal demedi' dedi.

Kılıçdaroğlu, partisince Yozgat Cumhuriyet Meydanında düzenlenen mitingde, vatandaşlara hitap etti.
Yozgat’a siyasetçi olarak ilk kez geldiğini, ancak sorunları çok iyi
bildiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, çözümünün de CHP iktidarında olduğunu
kaydetti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’nın 30 Ekim 2002 tarihinde Yozgat’ta
yaptığı konuşmada "Türkiye’nin ciddi sıkıntıları olduğunu, bunların başında iş
ve aş geldiğini, vatandaşların kendilerine oy vermesi halinde iş ve aş
sağlayacağını" söylediğini ileri süren Kılıçdaroğlu, ancak bu vaatleri yerine
getirmediklerini öne sürdü.
Başbakan Erdoğan’ın sözlerinin üzerinden 8 sene geçtiğini hatırlatan,
"İşiniz ve aşınız var mı?" diye sorduğu vatandaşlardan "Hayır" yanıtını
alması üzerine Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:
"Kim yalan söyledi o zaman? Bu milleti kim kandırdı. Recep Bey şunu
söylüyor, ’Efendim diyor, milletin halinden anlamak için damdan düşeni
getirin...’ Sen damdan düştün, ama havuzlu villaya düştün. Millet yere çakıldı.
Milletin sırtından besleneceksin, köşeyi döneceksin, yolsuzluk yapacaksın,
yolsuzluk yapanın sırtını sıvazlayacaksın, kendine Üsküdar’da etrafı çift
duvarlarla örülü villalar yapacaksın, havuzun olacak, yanınında helikopter pistin
olacak, sonra geleceksin ve diyeceksin ki fakir, fukara, garip, guraba Allah,
peygamber... Güzel hepsinin başımızın üzerinde yeri var da sen köşeyi dönünce
han, hamam sahibi olmuşsun. Nasıl din, iman bu? Nasıl fakir, fukaralık bu?"
AK Parti iktidarının din, iman, ahlak ticareti yaptığını, vatandaşın en
temiz duygularını sömürdüğünü öne süren Kılıçdaroğlu, buna artık izin
verilmemesini istedi.
Yozgatlıların AK Parti’ye inandıklarını, ancak bekledikleri hizmeti
alamadıklarını ileri süren Kılıçdaroğlu, kentin göç verdiğini ve sıkıntılarla baş
etmek zorunda bırakıldığını söyledi.
Vatandaşlardan 12 Eylülde yapılacak referandumda AK Parti’ye ders
vermelerini isteyen Kılıçdaroğlu, "Ben onlara adaletten kaçanlar partisi
diyorum. Hiç ses çıkarmıyorlar, çünkü adaletten kaçıyorlar" dedi.
Kul hakkı yemenin en büyük günah olduğunu kaydeden Kılıçdaroğlu, "12
Eylülde ya kul hakkı yemek serbesttir diyeceğiz ya da kul hakkı yiyenlerden hesap
soracağız. Mesele bu kadar basit" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan’ın Aydın’da yaptığı konuşmada, "Biz kefenimizi giydik
de yola çıktık" dediğini ifade eden Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:
"Recep Bey, Aydın’da başlamış konuşmaya ’Biz kefenimizi giydik, biz
Menderes gibiyiz. Verilmeyecek hesabımız yoktur’ diye. Şunu söylüyorum, Bozok
Ovası’ndan söylüyorum, Yozgat’tan söylüyorum. Sayın Başbakan, kimse sana kefen
giydiremez. Sana birisi kefen giydirirse, gel kardeşini bul. Önce mücadeleyi ben
vereceğim. Ama sana bir şey söyleyeyim, kul hakkı yediysen hesabını soracağım. O
hesap soracakların başında da bu kardeşin gelecek. Başbakan diyor ki ’Yüce
Divan’dan bahsediyorlar’ diyor. Bir de ’demokrat olduklarını’ söylüyorlar diyor.
Ya kulakları duymuyor, ya da ne söylediğini bilmiyor. Gerçekten anlamak mümkün
değil. Bu iktidar döneminde bir Başbakan ve 7 tane eski Bakan Yüce Divan’a
gönderildi mi? Bunlardan birisi de Mesut Yılmaz değil miydi? O zaman demokrat
değil miydi bu adam?
Ben Recep Bey’in derdini biliyorum. Recep Bey, irticalen konuşamaz. Böyle
bir kabiliyeti yok. Onun sağında ve solunda iki tane cam var. Onlardan metin
geçer, o da konuşur, yani camdan konuşur. Bizim gibi yüreğinden değil, candan
değil, candan konuşamaz o. Başbakanlık yapıyorsan, çık milletin önüne, kağıda,
cama falan bakma, içinden ne geliyorsa öyle söyle. Öyle konuş, yiğitçe konuş.
Cama bakacaksın, eline bir metin sıkıştıracaklar, bu metinden konuşacaksın, ne
söylediğini bilmeyeceksin."
-"FINDIK ÜRETİCİSİNİN SORUNUNU ÇÖZÜYOR MU? DİYORUM, FINDIK ANLIYOR"-
Kılıçdaroğlu, gittiği kentlerde üreticilerin sıkıntılarını dile
getirdiğini, ancak Başbakan Erdoğan’ın bunu farklı algıladığını ifade ederek,
"Ben ’Anayasa değişikliği fındık üreticisinin sorununu çözüyor mu?’ diyorum,
Sayın Başbakan bunu fındık anlıyor. ’Kayısı üreticisinin sorununu çözüyor mu?’
diyorum Sayın Başbakan kayısı anlıyor. Gitmiş Hatay’a, orada da künefe anlamış.
Aydın’a gelmiş, incir anlamış. Çünkü onların görevi ne? Yemek. Yahu Recep Bey,
yiye yiye daha gözün doymadı mı? Fındık ve kayısı üreticisinin alın terini
sömürdün, daha yetmedi mi? Bunlar sırtlarını halka döndüler" diye konuştu.
Yozgat’taki özelleştirme uygulamalarını da eleştiren Kılıçdaroğlu, CHP
iktidarında kapanan fabrikaların yeniden faaliyete geçirileceğini söyledi.
Hükümetin Dubai’de 1 milyar dolara Irak’a girmeme şartıyla anlaşma
imzaladığını iddia eden Kılıçdaroğlu, "1 milyar dolara kendi ülkesini pazarlayan
başka bir Başbakan var mı dünyada? Bakın burada söylüyorum, ’Sayın Başbakan 1
milyar dolara kendi ülkesini pazarlamıştır’ diyorum. Yiğitse mahkemeye versin
bakalım. Bir Başbakan kendi ülkesini pazarlar mı? Recep Bey pazarlıyor ve bunu
’Ben ülkemi pazarlamakla görevliyim’ diye TBMM’de AKP Grubu’nda söyledi" diye
konuştu.
CHP’nin her zaman halka güvendiğini ve gücünü halktan aldığını vurgulayan
Kılıçdaroğlu, "Halk için çalışacağız. Halk için üreteceğiz. Darbelere de
karşıyız, ister askeri, ister sivil, kim yaparsa. Biz şunu söylüyoruz, tek
gücümüz var, halk. Biz uzaktan kumandalı hükümet olmayacağız, tek komutanımız
olacak o da halktır" dedi.
KALPAZAN KEMAL DEĞİLİM
CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu, "Ben memur Kemalim, işçi Kemalim, emekli Kemalim, bunları
bana herkes söyleyebilir. Ama hiç kimse bana kalpazan Kemal demedi, değil mi?
Veya hiç kimse bana hayali ihracatçı milletvekili demedi veya hiç kimse bana
ihaleye fesat karıştıran memur demedi. Devlete onurla hizmet eden bir kişiyim ben
ve bununla da övünürüm" dedi.
Kılıçdaroğlu, Yozgat gezisi kapsamında Sorgun ilçesi Bahadın beldesinde
düzenlenen Kültür Festivali’nin açılışında konuştu.
Türkiye’nin sorunlarını aşacağına inandığını ifade eden Kılıçdaroğlu,
vatandaşların Türkiye’nin geleceği için 12 Eylülde yapılacak referandumda
"hayır" oyu vermelerini istedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün Isparta’da yaptığı konuşmada
kendisine "Memur Kemal Efendi" diye seslendiğini ifade eden Kılıçdaroğlu,
şunları kaydetti:
"Memur olmaktan onur duydum, çünkü onurla hizmet ettim millete. Ben aynı
zamanda memur Kemalim, işçi Kemalim, emekli Kemalim, milletvekili Kemalim, ben
halkın Kemaliyim. Yani Sayın Başbakan, memur demekle bütün memurları aşağılıyor.
Memurlara buradan selam gönderiyorum. Aşağılanması gereken birisi varsa,
aşağılayan kişidir. Bunu da Başbakanın bilmesi lazım."
Kılıçdaroğlu, alandaki "Bizde insan vardır, kadın mı erkek mi sorulmaz"
pankartına işaret ederek, insan sevgisinin, ayrım yapmaksızın insanı sevmenin
önemine değindi.
Bahadın’ın DSP’li Belediye Başkanı Dilaver Özcan’ı yakın zamanda CHP
saflarında görmekten mutluluk duyacaklarını da ifade eden Kılıçdaroğlu, ülkeyi
aydınlığa çıkarmak için birlik ve beraberlik içinde hareket edilmesi gerektiğini
vurguladı.
-"BİNDİRME KITALARLA TOPLANTI YAPMIYORUZ"-
Kendisinin devletin ciddiyetinin ve öneminin her zaman farkında olduğunu
belirten Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu:
"Ben memur Kemalim, işçi Kemalim, emekli Kemalim, bunları bana herkes
söyleyebilir. Ama hiç kimse bana kalpazan Kemal demedi, değil mi? Veya hiç kimse
bana hayali ihracatçı milletvekili demedi, veya hiç kimse bana ihaleye fesat
karıştıran memur demedi. Devlete onurla hizmet eden bir kişiyim ben ve bununla da
övünürüm. Efendi adamım doğrudur, düzgün adamım çünkü ben. Halka hizmet etmeyi
seviyorum. Kendimi düşünmüyorum, emin olun çoluk çocuğumu bile doğru dürüst
düşünemiyorum. Tek amacım var, yalancılardan, talancılardan, dolandırıcılardan,
din tacirlerinden bu ülkeyi kurtarmak, düzlüğe çıkarmak, bütün amacım bu. Eğer
ben Recep Bey’in ezberini bozduysam, bundan da son derece mutluyum. Ama beklesin,
ezberini bozdum, kimyasını da bozacağım ve daha sonra inşallah sizlerin oylarıyla
düzenini de bozacağım. Halkın düzenini kuracağım.
Biz öyle dışardan taşımalarla, bindirme kıtalarla toplantı yapmıyoruz.
Bir kişi de olsa gidiyoruz ayağına. Biz bindirme kıtalarla, valilerle,
kaymakamlarla, onların buldurduğu adamlarla öyle Başbakana yaranmak için miting
falan da düzenlemiyoruz. Onu Recep Bey düşünür, Recep Bey yapar. Çünkü bunlar
yalandan, dolandan, talandan beslenenlerdir. Bundan beslendikleri için zaten,
maskelerini indirince siz gerçek yüzlerini görüyorsunuz. Unutmayın, bu memur
Kemal, bu işçi Kemal, sizin Kemalinizdir, sizin için çalışacak."

AA


Referandum olmayabilir

Posted: 07 Aug 2010 11:18 AM PDT

ANALİZ
Referanduma artık çok az zaman kaldı. Bir ay sonra sandık başındayız. İyi güzel de, bu referandum Anayasa’ya uygun mu? Bu referandum hukuk kuralları içinde mi yapılacak? Aslına bakarsanız bütün hukukçular bu referandumun aslında “yasal” olmadığının, Anayasa’nın eğilip büküldüğünün ve referanduma bu şekilde gidiliğinin farkında. Buna karşın, iktidar kendisini referanduma öyle bir kilitledi ki kimse “Bu referandum yapılamaz” söylemini dile getiremiyor. Açıkçası ben bile bir haftadır bu konuyu yazıp yazmamayı düşünüyorum.
Çünkü “Evet” çıkmayacağını gören ama genel seçim öncesi kullanmak üzere oranı artırmaya çalışanların sesi o kadar yüksek çıkıyor ki, insan yazmaya çekiniyor. Biliyorum ki, bu maskeli kesim aslında hiç de istemediği referandumun masaya yatırılmasını “minderden korkup kaçma” olarak niteleyecek. Buna rağmen şunu belirtmek istiyorum: Bu referandum Anayasa’ya aykırıdır. Yapılacak referandum hukuk dışıdır. Çünkü, Anayasa’nın 7. maddesi “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesinin başka hiçbir kuruma devredilemeyeceğini” açıkça belirtiyor. Oysa, Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişiklikleri ile ilgili metinde değişiklik yaptı. Referandumda oy vereceğimiz metin artık Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesi değil Anayasa Mahkemesi’nin iradesi ile yazılmış metindir. Açıkça Anayasa’nın 7. maddesi ihlal edilmektedir. Gerçi Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararında bu durumun izah edildiği söylenmektedir, ama hukukçular bilmektedir ki bu gerekçe doğru değildir. Sadece madde değişikliğinin ötesinde bir de referandumu önleyen kurum olmamak istemekten kaynaklanmaktadır bu. Kısacası Anayasa Mahkemesi de bir tür takiye yapmıştır. Bu durumu düzeltecek tek kurum Yüksek Seçim Kurulu’dur. Ancak bu kurum, herhangi bir başvuru olmadığı için kendiliğinden harekete geçememektedir. Partiler de “korktu” suçlaması nedeniyle seslerini çıkarmamaktadır. Oysa bütün partiler referandumun artık gereksiz hale geldiğinin farkında. Üstelik seçim öncesi yükselen tansiyon, artan gerilimin ülkeye verdiği zarar da görülüyor. Bana göre referandumun yapılmaması, yapılmasından çok daha hayırlıdır. Dün Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker, Yüksek Seçim Kurulu’na başvurarak referandumun ertelenmesini istedi. LDP değiştirilen maddenin tekrar Meclis’e gönderilerek yeniden oylanmasını, tekrar Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra referanduma gidilmesi gerektiğini belirtti. Şimdi Yüksek Seçim Kurulu’nun önünde “Anayasa’ya uyulmasını isteyen” bir başvuru var. Toker ayrıca Meclis Başkanlığı’na da bir dilekçe vererek Meclis onurunun korunması için Başkan’ı göreve davet etti. YSK’nın referandumu ertelemesi kimse için şaşırtıcı olmasın.

*****

MERAK ETTİKLERİM: Menderes gibi
Başbakan Erdoğan nedense “Menderes benzetmesini” pek sık kullanır oldu. Herhalde ancak yaşı 65’in üzerinde olanların tanıyabileceği Menderes’in sadece “idam edildiğini” bilen gençleri etkilemek istiyordur. Gerçi idam cezası artık olmadığı için bu laflar da havada kalıyor ya, o da ayrı. Ancak asıl şaşırtıcı olan Erdoğan’ın tıpkı Menderes veya Demokrat Parti (eskisi tabii) “Artık yeter” sloganını kullanması. Erdoğan neye artık yeter diyor ki? Bayar-Menderes ikilisi tek parti iktidarına karşı “Artık yeter” diyordu. Oysa AKP tam 8 yıldır iktidarda. Başbakan’ın bir çocuğa söylediği gibi “Başbakanlık onda, ister asar ister keser.” Bütün güç elinde. Neredeyse ordu dahil devletin tüm birimlerindeki kadroları da hâkimiyeti altında. Peki “yeter” olan ne? Yoksa sıra ******, Cumhuriyet ve tüm ilkelerine “yeter” demeye geldi?

*****

KAFAMI BOZAN ŞEYLER: Nedir bu saçmalık
Nihat Doğan adında bir şarkıcı varmış. Son günlerde referandumda “Evet” denmesi için şarkılar yapıyormuş. Vatan’ın internet sitesinde gördüm. Bir de bant koymuşlar, şarkıyı dinleyebiliyorsunuz. Olabilir, şarkıcıdır, AKP’lidir, kendi kişisel görüşüdür, tavrıdır. Kimsenin karışmaya ya da eleştirmeye hakkı yok. Ama bir şarkıcı, sırf iktidarı desteklemek adına haddini aşıp 80 küsur yıllık Cumhuriyet’e, ****** ilkelerine, Cumhuriyet devrimlerine dil uzatmaya kalkarsa, o zaman iş değişir. Adama sorarlar, “Yaşın ne başın ne, kimsin nesin ki, Türkiye’nin en önemli değerlerine küfretme hakkını ve haddini kendinde buluyorsun?” diye. Şu şarkının sözlerine bakar mısınız: “Yedi bölge tüm Türkiye gelin Türkiye’nin demokratik sürecini bir de bizden dinleyin 80 sene millete nice zulüm yaptılar. Köylüme çoban deyip hep sırtına vurdular Demek 80 yıldır bu millete zulüm yaptılar öyle mi? 80 yıl ne anlama geliyor? Cumhuriyet’in kuruluşu. Yani ******’ün çökmüş bir imparatorluktan bir millet bir devlet çıkarması.” Ve bu şarkıcı utanmadan sıkılmadan 80 yıldır bu halka zulüm yapıldığını söyleyecek kadar cahil cesareti ile ortalığa salıyor kendini. Pes yani.

*****

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER: Bir musibet bin nasihatten evladır
Eski bazı kelimeleri bilmeyen gençler için başlığı biraz sadeleştireyim: Başa gelecek kötü bir olay, önceden söylenecek pek çok uyarıdan daha önemlidir, etkilidir. Bu konu CHP’nin düzenlediği seminelere gelen üyelerin çoğunun geç kalmasından ve Genel Başkan’dan “azar işitmelerinden” sonra gündeme geldi. Siyasi partilerimiz dışarıdan bakıldığında büyük ve ciddi kuruluşlar gibi görünür. Ama içi genellikle öyle değildir. Örneğin bugüne kadar partilerin hiçbir toplantısına önceden belirttikleri saatte başlayabildiklerine tanık olmadım. Hatta öyle ki bazı liderlerimiz “geç kalmalarıyla” ünlenmişlerdi ve partilerde “zamana uymama” konusu genel başkanların bir güç gösterisine bile dönüşmüştü. Partili dediğin liderini her şartta bekleyecek, sıkılsa da bunalsa da bekleyecek o kadar. İlk kez bir genel başkan son derece ciddi biçimde yürütüyor parti çalışmalarını. Kemal Kılıçdaroğlu CHP seminerinin sabah 09.00’da başlayacağını bildiğinden tam o saatte salondaki yerini alıyor. Ama ne var ki salon bomboş. Çünkü üyeler eski alışkanlıkla “Nasıl olsa 9’daki toplantı 10’dan önce başlamaz” diye düşünerek sallanıyor. Ama bu kez öyle olmadı. Salona “canının istediği saatte” gelenler karşılarında Genel Başkanı görünce şaşırdılar. Eğer üyelere daha önce “Aman dikkat, Kemal Bey çok dakik adamdır, herkes toplantılara zamanında gelsin” deseydi bir şey değişmezdi. Kimse aldırmazdı. Oysa bu kez Kemal Kılıçdaroğlu hiç çekinmeden herkesi azarlayıverdi, üstelik kürsüden. Haberlerde bütün Türkiye bunu izledi. Şimdi sıkı mı bundan sonraki toplantılara geç gelmek. Bunu basit bir olay gibi algılamayın sakın. CHP’de çok ciddi bir değişim yaşanıyor.
* Başbakan, Anayasa değişikliklerinin yargıdaki “kast sistemi”ni yok edeceğini söylemiş. Güzel ama yargıdaki kast sistemini yok edelim derken bağımsız yargının canına kastediliyor! (Gani Yıldız)

Can ATAKLI

Vatan


Komutan adaylarımı açıklıyorum

Posted: 07 Aug 2010 10:57 AM PDT

Haber kanalı seyrediyorum...
Duayen bi gazeteciyi çıkardılar.
“N’olacak şimdi?” diye sordular.
“İnanın bilmiyorum” diye başladı.
*
Saat tuttum... 22 dakika anlattı.
*
Ben kendi payıma bildiklerimi bile iki dakka anlatamam, adamı “reklam arası vermemiz lazım” diye susturmasalar, 222 dakka anlatacaktı bilmediklerini!
*
E böyle olmaz tabii...
Yapıcı öneriler lazım.
*
Hilmi Özkök’ü Kara Kuvvetleri Komutanı yapın mesela... Tecrübeli.
*
“Muvazzaf general mi kalmadı kardeşim, emekli generalden komutan olur mu?” derseniz...
Terörle mücadele eden yüzlerce muvazzaf general varken, emekli generali terörle mücadele koordinatörü yapmadınız mı kardeşim? Muvazzaf general mi yoktu?
*
O olmadı, birinci ordu komutanını kuvvet komutanı yapın, boşalan yere, Liman von Sanders’i birinci ordu komutanı yapın... Yapmadınız mı daha önce?
*
(Donanma komutanımız Souchon Paşa, genelkurmay ikinci başkanımız Bronsart Paşa, birinci ordu komutanımız Liman von Sanders Paşa’ydı, malum... Bütün payeler Alman subaylarına verilince, 276 kiloluk top mermisini paşa paşa sırtında taşıma payesi de, Seyit onbaşıya kalmıştı haliyle!)
*
“Almanya’dan general ithalatı memlekete pahalıya maloldu” diye endişe ediyorsanız, sıkmayın canınızı...
“General” mobile var.
Çakma, Çin malı.
Orijinaliyle aynı işi görüyor.
*
Şaka bir yana, üç beş apoletlinin oturup general seçmesi, demokrasiye aykırıdır aslında... Madem hevesi var, illa komutan olmak istiyor, kışlalarda miting yapsın general adayları... Cemselerin üstüne çıkıp, vaatlerde bulunsunlar, “alakart karavana yapıcam, suşi, her gün çarşı izni, her akşam aç aç” filan...
Ona göre karar versin erat.
*
Tabii, kararı onbaşıya çavuşa bırakırsan, gidip en çok sevdikleri astsubaylara oy verirler, benim tercihim öyle olurdu en azından... Astsubayların general olmasını engellemek için, yüzde 10 barajı getirilsin... Eşit oy alanlar “koalisyon komutanı” olsun... Afganistan’da
Irak’ta yok mu koalisyon güçleri
komutanı? Pentagon’dan iyi mi bilicez...
Sırayla yapsınlar.
*
Denizi olmayan başkentte deniz kuvvetleri komutanlığının ne işi var?
TOKİ’ye devredilsin...
Selimiye Kışlası’nın manzarası şahane, yan gelip yatma yeri olmadığına göre, belediye başkanı otursun oraya...
Ve, “Allah’tan bunlarla savaşa girmemişiz” dediğine göre, anlıyor demek ki bu işten, hazır gözleri de yaş’lı, Bülent Arınç olsun genelkurmay başkanı.

Yılmaz ÖZDİL

Hürriyet


You are subscribed to email updates from Ajans Medya Takip
To stop receiving these emails, you may unsubscribe now. Email delivery powered by Google
Google Inc., 20 West Kinzie, Chicago IL USA 60610

--
https://facebook.com/ataninaskerleri

http://kontraergenekon.tr.cx

http://ajanstakip.blogspot.com

http://ozelarsiv.blogspot.com
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://soner-aktas.yetkin-forum.com
 
Bu yazıyı ya bağırarak okuyun... Ya da hiç başlamayın!‏
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Mutlaka Okuyun...
» TÜM KURUMLARIN UYUŞTUĞU, KONUŞMASI GEREKEN YETKİLİ ÇENELERIN SUSTUĞU BU DÖNEMDE, BU YAZIYI HERKESİN OKUMASI SAĞLANMALI..
» LÜTFEN OKUYUN....... VE BÖYLE YÜREKLİ İNSANLARIMIZ OLDUĞU İÇİN UMUDUNUZU KAYBETMEYİN...ASLA...!!!!

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Soner AKTAŞ ®™ █║▌│█│║▌║││█║ :: Günün ve Gündemin Yorumu.-
Buraya geçin: