YÜKSEK SEÇİM KURULUNA 2. ÇAĞRI
SÜHEYL BATUM
UMARIZ YSK ÜYELERİ BU YAZILARI OKUYORLARDIR..
CUMHURİYETİN HAKİM VE YARGIÇLARI OLDUKLARINI HATIRLASINLAR...
''Ama ben şu anda olanlara bakıyorum. Hem de şaşkınlıkla! Değerli Başkan ve üyeler
...gerçekten de televizyon yayınlarını izliyor musunuz? Eşitlik görüyor musunuz,
taraflar arasında eşitlik var mı? Yoksa eşitliğin, dürüstlüğün tamamı ile yok
edildiği, tek taraflı yayınlar mı görüyorsunuz? Bakın tarafsız(!) haber
kanallarına, Başbakan’ın tüm konuşmaları naklen yayınlanıyor. Yine sözüm ona
tarafsız(!) haber kanallarında, her gün bir Bakan’ın, günde iki saat konuştuğu
programlar(!) izliyorsunuz. Her gün, hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan. Ya
devlet televizyonu sayın üyeler, onu da görmüyor musunuz? Pekiyi ya yasalar, ya
eşitlik ve dürüstlük?''
-----------------------------------------
Yüksek Seçim Kurulu’nun sayın başkanı ve üyeleri; sizlere bir kez seslenmiş ve sizlerin, Türkiye’nin içinde bulunduğu tüm koşullara karşın, “yasama ve yürütmede toplanan iktidar gücüne” karşı, “yargı gücünü” ve “hukuku” temsil ettiğinizi özellikle de bu yaşamsal “halkoylaması” aşamasında çok önemli bir rolünüz ve işleviniz olduğunu söylemiştim. Ve eklemiştim; “çünkü 12 Eylül’de yapacağımız oylamanın, dürüst ve eşit biçimde, partiler arasında hakkaniyete uyularak yapılıp yapılamayacağı, tamamen sizlere, sizlerin görev anlayışınıza bırakılmıştır”.
Değerli üyeler, bu işlevi yerine getirirken sadece tarihsel sürece bakmanız ve neden sizlere anayasal statü verilmiş olduğunu düşünmeniz yeterli olacaktı. İlk önce bu tarihsel süreci, kuruluş amacınızı düşünecek, sonra da “anayasal göreviniz ve yetkilerinizi” tam anlamı ile kullanıp kullanmadığınıza bakacaktınız. Düşünecek ve bir karar verecektiniz; ya yetkilerinizi sonuna kadar kullanacak ve “seçimlerin dürüstlüğü ve meşruiyetini” gerçek olarak koruyacaktınız ya da koruyormuş gibi yapıp, şeklen kullanıyormuş gibi yapmakla yetinecektiniz.
Değerli üyeler, Türk halkının özellikle gençlerin bir bölümü, YSK’yi 2009 yılındaki yerel seçimlerin hemen öncesindeki olayla tanımış olabilir. Hani Tunceli’de iktidarın yazın ortasında buzdolapları dağıtması, YSK’nin buna karşı çıkması karşısında da bu iktidarın Başbakan’ının ve Devlet Bakanı’nın size ne, ben halkıma istediğimi dağıtırım, size mi kaldı dediği olay.
Oysa değerli üyeler, “seçimlerin dürüstlüğü ve meşruiyeti” ilkesinin Türkiye’de yerleşmesi için, ne zorluklar atlatmıştık ne “acı deneyimler” yaşamıştık. Nitekim I. Meşrutiyet ile başlayan bir süreç, tarihe “sopalı seçimler” diye geçen 1912 seçimleri ile daha sonra yine 1946 seçimleri ve 1960’a kadar uygulanan “adaletsiz seçim sistemi” ile devam etmişti. Ve Türk halkı, yaşadığı bu “acı deneyimler ve birikim”le, 1961 sonrasında “seçimlerin dürüstlüğü ve meşruiyeti olgusuna” ulaşmıştı. Bunu da seçimlerin dürüstlüğü ve eşitliğini, yargı organına emanet ederek başardı.
Ve YSK bunu başardı. Öyle bir başardı ki, 1960’lı yıllarda, “iktidar partisinin İstanbul Belediye Başkanı’nın seçimini iptal etti. Yine iktidar partisinin tüm Belediye ve İl Genel Meclisi üyeliklerini iptal etti”. Kimsenin çıtı bile çıkmadı, çıkamadı. İktidarın Başbakan’ının size ne oluyor yahu demek aklına bile gelmedi. Çünkü o yıllarda Türkiye’de seçimlerin dürüstlüğü ve eşitliğini denetleyen, kurallara uygun yapılmasını denetleyen yargı vardı, yargıçlar vardı.
Sonra tüm bunlar değişiverdi değerli üyeler. Türkiye’de bir anda tüm kurumların olduğu gibi, Yüksek Seçim Kurulu’nun işlevi, rolü ve yetkileri de değişti. Hatırlayın 2002 seçimlerini, hiç kimsenin sokulmadığı, sadece Sayın Erdoğan’ın girebildiği Siirt seçimlerini, sonra bir yılda 6 milyon seçmenin arttığının söylenmesini. Hatırlayın tüm olanları. Tüm kurumların, AKP iktidarının önünün açılması, önündeki engellerin giderilmesi yönünde dizayn edildiği yılları...
Çok değerli Başkan ve üyeler, o günlerden bugünlere geldik. Ve önünüzde bir tercih vardı. Ya gerçek işlevinizi, rolünüzü, kuruluş amacınızı yerine getirecektiniz; yani seçimlerin ve halkoylamasının dürüstlüğünü, partiler arasında eşitliği sağlayacak biçimde yapılmasını sağlayacaktınız ya da yetkilerinizi kullanıyor gibi yapıp gerçekte yeteri kadar kullanmayıp, seçimlerin dürüstlüğü ve eşitliği ilkesinin açıkça ayaklar altına alınmasını seyredecektiniz.
Hangi yolu seçtiniz bilemem. Ben ilkini seçmiş olmanızı umarım. Çünkü sizler yargıçsınız, hukukçusunuz. Türkiye’de seçimlerin dürüstlüğünün, eşitliğinin teslim edildiği kişilersiniz.
Ama ben şu anda olanlara bakıyorum. Hem de şaşkınlıkla! Değerli Başkan ve üyeler gerçekten de televizyon yayınlarını izliyor musunuz? Eşitlik görüyor musunuz, taraflar arasında eşitlik var mı? Yoksa eşitliğin, dürüstlüğün tamamı ile yok edildiği, tek taraflı yayınlar mı görüyorsunuz? Bakın tarafsız(!) haber kanallarına, Başbakan’ın tüm konuşmaları naklen yayınlanıyor. Yine sözüm ona tarafsız(!) haber kanallarında, her gün bir Bakan’ın, günde iki saat konuştuğu programlar(!) izliyorsunuz. Her gün, hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan. Ya devlet televizyonu sayın üyeler, onu da görmüyor musunuz? Pekiyi ya yasalar, ya eşitlik ve dürüstlük?
İstanbul’u, Ankara’yı ve diğer illeri görmüyor musunuz? 298 sayılı yasa, “propaganda afişleri için belirli yerler tespit ediyor”. Hiç sokakları görmüyor musunuz? Valilerin uygulamalarını da, genelgelerini de hiç görmüyor musunuz? Pekiyi ya yasalar, ya seçimlerin dürüstlüğü?
Sayın Başkan ve üyeler, doğrusu çok geç kaldınız! Doğrusu yetkilerinizi kullanmadınız! Dediğimin doğruluğunu anlamak için, lütfen birini gönderin ve demokratik ülkelerde referandumun nasıl yapıldığına bir bakın. Ve sonra size neden anayasal statü verilmiş olduğunu bir daha düşünün.
Türk milleti adina....